
Mustafa Alagöz: HIRSIZLAR

Sonbahara doğru bütün obalar göç eder ortalık ıpıssız kalır. Yaylada kulaktan kulağa cin peri hikayeleri dolaşır dururdu. Çoktan göç etmiş ıssız obalarda çeşme başlarında gece halay çeken kızları gözleriyle gören bir çoban varmış. Bir çadır yerinden diğerine yalın ayak koşarak gidip gelen saçları dağınık bir kız çocuğundan bahsediliyor. Sonra göç eden bir obanın yerinde yiyecek bir şey bulamayınca kurtlar toplanmış havaya doğru ulumaya başlamışlar derken bulutsuz gök gürlemiş havadan her birinin ayağının dibine kocaman daha üzerinde sıcak dumanı tüten birer ekmek düşmüş. Bütün bunları anlata anlata bitiremiyorlardı.
Sonbaharda obalar peş peşe göç etmişlerdi. Ortalık ıssız kalmıştı. Kuzuları obaya yakın Seydo Tepesinde öğleyin yatırmış dinleniyordum. Yanımda komşunun çobanı vardı, yetim bir çocukmuş, kimi kimsesi yokmuş, yabancı bir şehirden ucuza çoban getirilmişti. Kuzularını emanetten benim sürüye kattı, obaya banyo yapmaya gitti. Ağasının evi onu haftada bir öğleyin eve çağırıp banyosunu yaptırıyordu. O gün bütün sürüyü ben bekliyordum. Hava çok sıcak olduğundan yatan kuzular zarar görmesin, nefes alabilsin diye sürüyü guruplara bölerdim. Babam öyle tembihlemişti. Sıcakta sürü bir araya toplanır, dev bir küme oluştururdu. İtişip birbirini ezen kuzular, hava alamadıkları gibi güneşte yanar. Uzun vadede zayıflayan bu kuzular kışını çıkaramaz telef olurlardı. Yazın yanmış kuzular, sırtında sümük salya ve salya üzerinde uçuşan kara sineklerden belli olurdu. Hangi sürüde sinekler uçuşuyorsa çobanı yaramaz demekti bir daha da çoban tutulmazdı.
O gün de kuzuları guruplara bölmüştüm. Arazi hafiften engebeliydi, etrafta çok sayıda kayalık tepeler vardı. Üzerine oturduğum kayadan bütün sürüyü görüyordum. Heybemden ekmeğimi ayranımı çıkarmış yemek yiyordum. Ekmek verip kendime alıştırdığım en sevdiğim iki beyaz keçi yavrusu da yanımdaydı. Birden kayaların içinden bir adam çıktı, selam verdi, yolcu olduğunu, çok acıktığını söyleyerek benden ekmek istedi. Ben de buyur ettim. Adam oturup birkaç lokma yedi. Havadan sudan konuştuk. Sonra çadırların yerini sordu. Ben de elimle obanın ardında olduğu tepeyi gösterdim. Evleri uzaktan bana göster dedi. Adamın önüne düştüm evler görülünceye kadar yürüdük. Oba görülünce biraz evlere baktık, durduğumuz yerden sürünün devamı görülmüyordu. Sonra adam artık dönelim dedi. Oturduğumuz kayalığa döndük, adam ekmek için teşekkür etti ve geldiği kayalıkta aniden yitip gitti. Ben de kayaların gölgesine sırtımı dayadım oturdum. Aniden içimde bir tuhaflık hissettim. Beni yalnız bırakmayan biri erkek diğeri dişi beyaz iki keçi yavrusu yoktu. Oysa yabancı adam geldiğinde yanımdaydılar. Onlara elimle ekmek yediriyordum. Yabancı adam da onlara ekmek verip sevmişti. Birden aklım başıma geldi. Adamın hırsız olduğunu o anda anladım. Oysa annem hep tembihlemişti. Obalar göç etmiş, ortalık tenhalaşmış diye dikkatli olmamı istemişti. Sağa sola koştum. Civardaki kayalıkların etrafını dolaştım. Yan taraftaki vadiye doğru koştum, kayalıktan aşağı baktım, in cin hiç kimse yoktu. Adam sırra kadem basmıştı. Aşağıya, obaya doğru tepe taklak koşmaya başladım. Bağıra bağıra evlere varınca sesimi duyan kadınlar koştular, peşime düşüp beni tuttular. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Annem uzaktan dizlerini döve döve koştu geldi.
Yazın obada çobanlar dışında erkekler kalmaz, köye ekin biçine giderler. Kadınlar obanın yaşlısı Hacı Mirza'yı çağırdılar. Hacı Mirza kır atına bindi, tarif ettiğim tarafa sürdü gitti. Ben gerisin geri yokuşu koşarak tırmandım, sürüye yetiştim. Komşunun kuzularını ayırdım. Kendi kuzularımı defalarca saydım. Yetim çoban da geldi, ağasının kuzularını saydı. Onların iki kuzusu yoktu. Bizim de beş kuzu ile iki beyaz oğlak yoktu. Hacı Mirza'nın peşinden ben de hırsızların izini sürdüm. Güneş batmak üzereydi, birazdan karanlık basacak ve iş işten geçecekti. Karanlık büyük vadinin dibinden başlayarak yamaçtaki mağaraları, Seydo Tepesini, kayıp kuzuları ve hırsızları içine alıp yutacaktı. Bulunduğum tepenin arkasında vadiye bakan yamaçta testere ağzı gibi dikilen kayalar vardı ve bu kayaların diplerinde büyük mağaralar vardı. Mağaraların ağzına dağların gölgesi düşmüştü. Vadinin dipleri hızla kararıyordu. Nefes nefese mağaralara girip çıkıyordum. Girdiğim mağaralardan yarasalar karanlık dehlizlerden kanatlarını çırpa çırpa sağımdan solumdan dışarı uçuyorlardı. Yarasalarla beraber serin ve küf kokulu bir hava yüzüme çarpıyor, annemin anlattığı cin hikayeleri aklıma düştükçe sırtım ürperiyordu.
O gece sabaha kadar kabuslar gördüm. Rüyamda kayaların arasından bir adam bitiyor, elini uzatıp benden ekmek istiyordu, ekmek isterken yüzü gülüyor, ekmek yedikten sonra yüzü değişiyor, kulakları uzuyor, dişleri sivriliyor siyah bir kurt donuna girip kuzularıma saldırıyordu. Ben obaya yardım için koşuyordum fakat ayaklarım tutmuyor, bağırıyordum sesim çıkmıyordu.
Günlerce dağda bayırda kayıp kuzuları aradım. Hacı Mirza atına binip sabah çıkıyor akşam boş ellerle geri dönüyordu. Daha ilk gece yetim çoban da ağam kaybolan kuzular için beni öldürür deyip kaçıp gitmişti.
Göç zamanı yaklaşınca evleri taşımak üzere erkekler obaya geliyor. Çocuklar heyecanla babalarını bekliyor. Her akşam birkaç kişinin babası gelmiş oluyor. Gelenler ertesi gün obanın karşısındaki akarsuyun büklüm yerinde çimlere oturup sigara içerken görülürler. Kuzuları öğleyin yatırdığım, ikiz oğlaklarımı hırsıza kaptırdığım Seydo Tepesinde oturup çok uzaklardan arabaların ulaştığı en son köyün yolunu gözlüyorum. O gün biri gelecekse ilkin ben buradan görürüm. İlkin bir karaltı şeklinde ıssız düzlükte belirir. Hayal meyal o karaltı belki bir saatte belirginleşir, yaklaştıkça insana benzer. Ara sıra gözden yiter kaybolur, belli ki vadiyi geçmektedir, yol bomboz iki tekerlek izi, yan yana iki yılan şeklinde uzayıp obaya doğru gelirken kıvrımlar çizer, bazen bir tepenin ardında ya da bir vadide kopar, başka bir yerden kopuk yol ortaya çıkar ve bu sürede karaltı büyümüş olarak çıkar gelir en son dönemeçte yürüyüşünden kimim babası olduğu tahmin edilir. Şapkası belirgin olur. Ceketinin rengi oluşur. Sonra ağzında sigara varsa dumanı belirir.
Erkelerin geri kalanları bugün gelmişler, kamyon ile yolun geldiği en son köye kadar gelmişler, içlerinden genç olanlar yürüyerek obaya varmışlardı. Peş peşe gelenlerin içinde hiçbirinin yürüyüşü babama benzememişti. Geride kalan diğerleri de obadan gönderilecek atları beklemişlerdi. Obanın çocukları neşe içinde atların peşinden koşturup duruyorlardı. Babalarını, babalarının getirdiği kavun karpuzları karşılamak üzere atlarla en yakın köye gideceklerdi. Yukardan obayı izlerken beni bir korku sarmış, akşam eve gelmeye korkuyordum. Acaba babam bana ne diyecekti. Dövecek diye ödüm kopuyordu. Geç saatlerde sürüyü obaya indirdim. Ağıla kuzuları koyup kapıyı taşlarla ördüm. Kıl çadırın içinde közün başında annemle oturmuşuz. Cırcır böcekleri ötüp duruyor ama hiç halim yok. Babamı bekliyoruz. Benim yüzümden anneme de kızacak diye utanıyorum. Muhtemelen annem de benim için korkuyor. Bu yazın hasılatı yok olmuş, ne desin babam. Annem ve kardeşlerimle yaz boyunca yaylada yağmurda ıslanmış, soğukta donmuş, güneşte yanmışız, bütün bu çile peki ne içindir. Gün boyunca dağ bayır gezdiğim için uyuya kalmıştım. Babamın gece gelişini görmedim.
Sabah gün doğmadan taş takırtıları ile uyandım. Babam kuzuları ağıldan çıkarmış karşı yamaca vurmuş gidiyordu. Annem heybemi hazırlayıp verdi, arkasından sürüye yetiştim. Babam bir taşa oturmuştu. Yüzüne sabah güneşi vuruyordu. Yakınına kadar gidip ayakta durdum. Babamın yüzüne bakamıyordum. Değneğimle yeri çizip duruyordum. Babam çöp kadar ince kolumdan tutup beni yanına çekti. Ne kadar zayıf olduğumu o anda babamın koca elinde çöp gibi kolumu hissedince anladım. Ne kadar güçsüz olduğumu, acımasız dünyada ne kadar küçük olduğumu o anda anladım. Oysa kuzuların çalındığı güne kadar obanın en cesur kuzu çobanı bendim. Babam mısır püskülü gibi sararmış güneş yanığı saçlarımı kocaman eli ile okşadı. Şefkatle başımı tarar gibi yukardan anlıma doğru birkaç defa sıvazladı. Sonra başımı öptü. Benim dizlerim çözüldü, kaç günün yorgunluğu ile oracıkta yığıldım. Babamın dizinin dibinde sesim asla duyulmadan doya doya ağladım. Yüzüme kapattığım bozarmış ceketimin bol gelen kolları hep su olmuştu. Babama bizim nazımız geçmezdi, ağlayıp sızlamaya hakkımız olmazdı. Ama ben yenilmiş, görevimi layıkıyla yerine getirememiştim. Obada bütün çobanların içinde acınacak hale gelmiştim. Obada kimseye gözükmezdim. Onların gittiği tarafa kuzularımı götürmezdim. Sabahın köründe sürüyü çıkarır, gece yarısında herkes uyuduktan sonra eve dönerdim.
Babam hiçbir şey sormadı. Akşam olanı biteni annemden öğrenmişti. Çalınan kuzuları ilk akşamdan hemen tespit ettiğim için babam hırsızların ayaklarımı bağlayıp gözümün önünde kuzuları götürmüş olma ihtimalinden şüphelenmişti. Annem öyle olmadığını, benim bütün kuzuları anneleri ile beraber tanıdığımı söylemiş onu ikna etmişti. Bunu sonradan annem bana söyledi.
Sonraki günlerde babam ile Hacı Mirza kuzuları aramaya devam ettiler. Benim o akşam girdiğim mağaraların birinde sigara izmaritleri ve taze kuzu gübreleri bulundu. Kuzuları bağlamak için kullanılmış sonra bıçakla kesilmiş kalın ipler bulundu. Hacı Mirza'nın anlattığına göre kuzuları o gece mağarada sakladılar. Yetim çoban da işin içindeydi. Belli ki adamlar birden fazlaydılar. Biri beni konuşturmuş, obaya bakma bahanesiyle sürüden uzaklaştırmış diğeri özellikle ekmeğe alışık oğlakları ve kuzuları çalmıştı. Gece kuzuları sakladıkları mağaradan çıkarıp biri keçi yavrularına ekmek yedirerek önden yürüdü diğeri kuzuları sürüp en yakın köye götürüp oradan sabah kamyonla şehirdeki mal meydanına götürüp sattılar.
Göç zamanı gelip çattı. Birkaç gün boyunca atlarla eşeklerle yükleri yolun yakınındaki köye taşıdık. Babam olup biteni köylülere anlatmış. Köylülerin dediğine göre buralardan olmayan iki yabancı adam ve kara kuru bir çocuk bir sabah erkenden birkaç kuzu ve peşlerinden ekmek için gezinen iki beyaz keçi yavrusu ile yola inmişlerdi. Yoldan geçen bir yolcu kamyonunun arkasına kuzuları bindirmiş gitmişlerdi. Biz çobanlar taşıma işinden sonra çadır yerlerinde ateşler yakacak, belki de bir ay sürecek göçe başlayacaktık. Evler ise taşındıkları yerde kamyonları bekleyecek sonrada yüklenip memlekete gidecekti.
19:09
Haber tarihi: 16 / 11 / 2025
Haber Okunma: 174
Haber Yorumları: 0
| Kazım Karabekir Paşa'nın Kaleminden Iğdır'ın Kurtuluşu | ![]() |
| Murat AKKUŞ | |
| Tarihi ve Kültürel Değerlerimizi Yok Etmekte Üstümüze Yoktur | ![]() |
| Akay AKTAŞ | |
| Herkes Kendi Eriğini Yesin | ![]() |
| Fatma Çetin KABADAYI | |
| AHMEDO... | ![]() |
| Ziya Yıldırım GÜNTEKİN | |
| ATATÜRK | ![]() |
| Zeki SARIHAN | |
| 10 Kasım Anma Değil, Atatürk’ü Anlama Günüdür | ![]() |
| Ayhan ONGUN | |
| Cehalet Karanlıktır, Hiç Bir Işık Onu Aydınlatamaz | ![]() |
| Yusuf YILDIRIM Em.İl.Trm.Mdr. | |
| Rêy û Rêwîtî | ![]() |
| Mehmet AVCI | |
| Sevdam | ![]() |
| Adem TANIŞMAN | |
| Ardahanlıların Birlikteliği, Aşiretler Partisi… | ![]() |
| Fakir YILMAZ | |
| Deprem bölgesinde matrah artışı ve vergi artırımı geldi | ![]() |
| Abdulhadi AKMUGAN YMM.Bağımsız Denetçi |
|
| Topçu Bebel Garcia'nın Franko faşizmini mundar ettiği eylem | ![]() |
| Daşkacı Ewdo | |
| 10 Ekim 2015 Ankara Garı! Affetmeyeceğiz, Unutmayacağız! | ![]() |
| Hasan ÇATAK | |
| NARİN | ![]() |
| Av. Resul Barış Mızrak | |
Iğdır Belediyesi
Iğdır İl Emniyet Müdürlüğü
Iğdır İl Tarım Müdürlüğü
Çevre Ve Şehircilik İl Müdürlüğü
Iğdır İl Milli Eğitim
Iğdır İl Sağlık Müdürlüğü
Iğdır İl Özel İdare
Iğdır Gençlik ve Spor
Iğdır Havalimanı
Iğdır SGK
Iğdır TSO
Iğdır Barosu
Aralık Belediyesi
Karakoyunlu Belediyesi
Tuzluca Belediyesi
Halfeli Belediyesi
Cumhuriyet Gazetesi
Karar Gazetesi
Fotomaç Gazetesi
DHA
Artı Gerçek
Milli Gazetesi
Azerbaycan Haber Ajansı
Agos Gazetesi
OdaTv
T24
Tele1
Ermeni Haber Ajansı
KrdNews
Amerika'nın Sesi
Evrensel Gazetesi
Haber Önü
Sözcü Gazetesi
• Rûdaw
• Bernamegeh
• Kürdistan24
• Kundir
• Şalom Gazetesi
• Mezopotamya Ajansı
• Bitlisname
• JİNNEWS
Sitemizdeki yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Tasarım ve Programlama: Iğdır Doğuş Gazetesi